Hepimiz kendi hayatlarımızın başkahramanı değil miyiz? O halde ne diye bekliyoruz başkalarını? Ya da mutluluğumuzu kendi içimizde aramak yerine niye dışarıda hep gözlerimiz. Haydi evrene selenin, onu çağırın. Gelmez ise siz gidin koşa koşa ya da yavaş ve emin adımlarla. İlhamınızı yayın. Şarkılarla selenin insanlara, dostlarınıza. İşte böyle oyunun içinde olabiliriz. Gerçek kendimizi bulup, mutluluk adamız yaratabiliriz. Benim mutluluk adam Güneşköy de olduğum zamanlar ortaya çıkıyor hep. Doğayla ve güzel insanlarla bir aradayken. Orada gerçekten oynuyorum tavuklara, ıspanaklarla, taşlarla.. Huzurun tanımı oldu benim için. Niye mi? Herkesin özgürce fikirlerini paylaşabildiği, doğada istediği kadar oynayabildiği ve kimsenin kimseye yabancı olmadığı bir yerde kim huzurlu olmazki.. Tek yapmamız gereken içimize, doğaya, dönmek ve ellerimizle gerçek toprağa dokunmak. Hadi o zaman bir avuç toprak alın ve dokusunu hissedin. Onu iki elinizle sıkıştırın sonra tek tek ayırıp bakın. Size neler hissettiriyor. Hayatın özü..