Claire ile her karşılaştığımda, “De h
adi, bir blok yaz” sözünü en az birkaç kez duyarım. “Bak, yazılanlar belge olarak çok işimize yarıyor” da ardından gelir. Bana da düşen, “Söz, yazacağım” olur.
Resim koymak isterse de kendi bilir, çünkü çalışırken beni mutlaka birkaç açıdan Güneşköy’de mutlaka fotoğraflamıştır. Büyük bir jpg arşivi de var biliyorum.
Boyumdan büyük işlere baş koymaya, hep gereğinden ileri adım atmaya, abartılı ve kesin konuşmaları seven biri oldum. Bir şey yapılacaksa küçükten başlamayı sevmedim. Öngörüme inanarak büyük başlamayı veya en azından biraz ilerilerden konuya dahil olmayı yeğledim. 14 Ağustos 2021’de hazırladığım 4 çizgisiz deftere, toplamda 1050 sayfa “Güneşköy’le İlişkim” i yazmaya karar verdim. Kronolojik bir anı defteri olmayacak bu. Tabiat üzerine geniş çaplı bilgilendirmeler, çiziktirmeler, öyküler, yaşanmışlıklar, eleştiri notları, özel sohbetlerden akılda kalanlar, bir şeylerin tasarısı, başkaldırılar gibi şeyler yanında olan bitenin işlevini anlatmaya Güneşköy temelli çalışacağım. Yani, Güneşköy’ün doğumundan bu defterlerin 1050 sayfada ömrümün izini sürmesi.
Eğer bir gün rasgelirseniz, yazdıklarımı dolambaçlı, çok yönlü, bazen basit, parçalı, bazen de resimlere sığınarak, hiç de durmadan söylenmek istenenin etrafında dönen notlar olarak bulabilirsiniz, varsın olsun, çocukluğumdan beri yaptığım, bugün yaptığımda bu! Genelde iyi oluyor eğer sabır ve anlayışla okumayı becerebilirseniz. Ayrıntıları, pek çok ayrıntıyı kaçırmamaya bakın. Sizi buna davet ediyorum her sayfanın hoş bir başlangıç olması için.
Düşünmek, önemli bir beceri. Bir sayfayı yazdıktan sonra, arkasından gelen bembeyaz sayfaya devam etmenin neredeyse olanaksız olduğu zamanların zihinde bıraktığı acıyı biliyorum. Yazmak “Neden devam etmeli?” ya da “Neden devam etme arzusundayım?” Esas olan şu, “Nasıl devam etmeli?”
Gerçek şu ki ilerlemek istiyorum. Sayfalarda tur atmak istiyorum. Elimden gelenin en iyisini yaparak okuyuculara, yılda ortalama 350 Güneşköy ziyaretçimizin olduğunu varsayarsak, haberler bırakmak gayretindeyim. Bu parmaklar iyi piyano çalamaz ama iyi kalem tutarlar beş yaşından beri.
Anıların ya bir devamı vardır, ya da yoktur… Ya anlatılacak bir devamı vardır, ya da yoktur… Anlatılabilecek bir şeylerin olmasıdır esas mesele. Dört deftere şartlandığımda, kendimi dolaşmaya çıkmış gibi hissediyorum. Emekli, işsiz güçsüz, yaşlanmakta olan bir beyfendinin adımlarıyla, elimin kalem tutmasına çok sevinerek “İşte buradayım” diyorum bir bakıma.
İyi dinleyicilere, meraklılara çok defa defter ve birkaç “Unibal Signo 0.38” renkli kalem hediye etmişliğim vardır, hala da bunu yaparım. Kendimizden uzaklaşmamak için yazmak gerekir derim. Her şeyi halletmek, bitirip sona getirmek mümkün değil, gereksiz de. Ama kendimize geç kalmamak lazım.
-“Ne yapıyorsun burada?”
Diye sordu beş yaşındaki çocuk.
Elli yedi yaşındaki beyaz saçlı adam ona baktı. Uzun boylu, bahçıvan giyimli, kendine güven dolu, güleryüzlü idi. Birinin onunla konuşmasını, onu görmesini, onu aramaya gelmesini çok istiyordu.
-“Hadi, benimle gel Güneşköy’e,” dedi adam çocuğa.
Beş yaşındayken köydeki evimizin bahçesinde çok mutluydum, hatırlıyorum bunu. Okul yazıcısı amca gelip yedi yaşındaki abimi kayıt ettiğinde, “Ben de okula gidecem” diye salya sümük ağladığımı; yazıcı amcanın bahçemizde anneme mahsuscuktan göz kırparak, “Tamam, sen de gel, seni de kayıt ettim” diyerek beni ikna ederek aldatmasını; abimle ilk gün okul yoluna koyulmamızı; sonra da “Bu çocuk iyi okuyor, sınıfı da geçecek” diye mecburen kayıt etmiş olmalarını biliyorum.
Ogünden beri aklıma düşenleri, değişik fikirleri defterlerime, bu on dört yaşımdan beri yapılıyor, yazmam bir şekilde doğa ile bağlantımı taze tuttu. Çünkü doğa ile dostluğum beni cesaretlendiriyordu, ama beylik anlamda değil, anlaşıldığı anlamda, sürekli kendimi aşma anlamında…
Zaman geçti, otuz altı yaşımda bir çocukluk anımdan Güneşköy’ün “Kurucu Üyesi” olmam doğdu. Güneşköy’lü olmak daha bir içten içe doğayı tanımak anlamına geldi. Doğayı tanımak korkumu artırdı; tanıdıkça korkum azaldı. Tavuk yumurtadın; yumurta tavuktan… Ve ilerledikçe bilincim yavaş yavaş kayboldu. Kalan tek şey, o irade idi. Bütün bu bitkinliklerimin, ağırlıklarımın sıkıntısından, balık istifi olmuş zihnimden kurtulma iradesidir bu. Ve bir an geldi yüzük taktım tabiat ile. İnsan kendisini boşluğun karşısında bulur; aydınlanır. Yani hiçbir şey yoktur, hiçbir yerine her şey vardır. Sevgili odur. Gelin biz buna; gönüllülerimizle çoğalarak “Elele Güneşköy’e” diyelim. Ne pahasına olursa olsun, iyi ve kötü günde doğaya güvenmek zorundayız. Karşı karşıya kalmak değil!
Defterime yukarıdaki paragrafın benzerini yazmıştım. Bir de, on dörüncü sayfada: “Allah’ım, tabiattan nefret edenlere uymamak için bize yol göster” diye yazmışım.
Bir de GELSEYDİ diye şiir bırakayım Blog’a
Gelseydi bizimle eğer
Tabiatı çok severdi.
Belki Ülkü Tamer’i de
Cemal Süreya’yı da
Nazım Hikmet’i ve
Refik Durbaş’ı da biliyordur.
Timur Selçuk
Tomris Uyar…
Hadi buyrun anlatmaya…
Dinlersin ya da
Kelpeten
Mengene
Çapa, Tırmık
Bel ve Kürek…
Gelseydi bizimle eğer
Nedir bize anlatırdı.
Sevgiyle Kalın…
Fikret Şimşek
EkoPeyzaj Mimarı