Eylül 2022 de, bütün ay boyunca Ankara’da oldum. Hem kendi adıma yapacak şeylerim, hem de Güneşköy için bazı görüşmeler ve bu görüşmeleri sağlıklı bir şekilde arkadaşlarımın yapıcı fikirlerini de katarak bir basamak daha yukarı taşımalıydım. Strasbourg’dan bu kafayla çıkmıştım yola.
En nihayetinde, Ali ve İnci hocalarımla birlikte Claire’in de değerli fikirleriyle toplantılarımızı her ortamda yaptık. Modern ve uygar insan aklı ile öneriler ortaya koyduk, bunları çarptık, böldük, topladık ve sentezledik. Öyle ya da böyle edindiği, genellikle ezberlettirildiği önyargılarını gerçek kabul edip onları değiştirmeyen insanlardan değildik. Kafamızda biricik Dünya’mıza ait muhtelif iyi senaryolarımız vardı ve bunların doğru olup olmadığını 22 yıldır emek verdiğimiz Güneşköy’de kontrol ediyorduk.
Sadece Türkiye’nin dersem haksızlık etmiş olurum, oran değişmek üzere, bütün ülkelerde insan ilişkileri genellikle önyargılar üzerine kurulduğundan kimse kimseyle verimli bir diyalogu baştan sona kadar götüremez; anne babayla; çocuk ebeveyniyle; müdür çalışanlarıyla; iktidar muhalefetle; öğretmen öğrencisiyle; işveren çalışanıyla vs. konuşamaz ve bir şekilde şiddetli iletişim sürer gider. Küçük bir mutlu azınlık diyalogda uzlaşma yöntemlerini öğrenmiş, her alanda bunun pratiklerini yapa yapa öz yaşamını bir nebze kafasına göre kurtarmıştır. İlişki kurduğum her çevrede bunları tartar oldum, görür oldum ve aklımca “bravo!” dediklerim de, “tühh!” dediklerim de olmuştur. Bilimsel düşünebilmek ve bilimsel eğitim temelli toplumlarda yaşamak veya en azından böyle bir çevrede kalmak bireye çok şey öğretiyor. Bir gününüzün nasıl geçtiğine değil, bir haftanız nasıl geçmekte, lütfen bunu bir izleyin.
Sosyal hayatımızda olduğu gibi, ekolojik yaşam çalışmalarında başat olan FARKINDALIK dan ve UZLAŞMA ya vurgu yapmak isterim. Kurumlardan nasıl “sosyal sorumluluk” bekliyorsak, bireylerden de “aklını başına devşirme ve ona göre davranma sorumluluğu” beklemek, nitekim sonuç olarak hepimizin hem kurum hem birey olarak kendimize, çevremize, topluma ve yeryüzüne karşı sorumluluklarımızı tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunu nasıl yapacağımızın yolları onlarca var. Bir dönüşüm ve çalkantı içine sokabilirsek veya başkalarını sokabilirsek, bu iyi bir “çıktı” sağlayabilir.
Ekolojik Yaşama ait “aydınlanma” sadece kendi aramızda yaptığımız sohbet ve toplantılarla gelişmez. Bir şiir dörtlüğünde; küçük bir astronomi öyküsüne; bir orkestra içindeki davulcunun sopasının ucundan kalkan davul tozunda; köpeğimizin cenazesinde; budama yapılan bir çalının gözesinden akan damlada vs. karşımıza ruh halimize göre çıkar.
Ben bu “blog” umla bazı ustaların fikirlerini buraya almak istiyorum. Aslında onları okuduğumuzda –bilgi nereden gelirse gelsin- işimize daha bir kilitleniyoruz ve saygı duyuyoruz; nitekim enerjimizi yükselterek yapacağımız işlere MOTİVASYON kazanıyoruz.
Orhan Kemal: “Kendi kendimle barışıksam, yani moralim düzgünse, çalışırken yanımda top atsalar vız gelir. Çoğu sefer kahvede, bir masaya oturur, başlarım yazmaya. İnsanlarla beraber, onların gürültülü havası içinde yazmak ne güzeldir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar: “Benden sonra yaşayacaklar için kendilerini kıskandığımı söylerdim, bittabi telaştan ve üzüntüden herhangi bir şey söylemeyei o anda akıl edersem. Çünkü hayat her şeklinde ve daima güzel.”
Yaşar Kemal: “Her sanat eseri bütünüyle bir düşünceyi savunur. O düşünce bize göre ya zararlı ya da faydalıdır. Sanat eserlerinin bir kısmı devrin savaşçısı olur. Toplumu zorlar. Toplumla bazı yönlerde, bazı kemselere karşı birlik olur. Sözün kısası, bir diyeceği, sözü vardır.”
Fakir Baykurt: “Köy, şehir diye bir ayırma yapmak romanda hem doğru değil, hem gerekli değil. Roman diye bir şey vardır. Bunun da konusu insandır, insanın çevresidir. Her yazar, yaşadıklarını, bildiklerini, bunlar üzerine tasarladıklarını yazmak ister. Ben köyde yaşarım, köyü bilirim. Bunun için konusu köy insanları olan romanlar yazarım.”
Bizler ne yapıyoruz? Kırsalda köy merkezli projeler yürüterek GİDYO ve KIRCAN gibi projelerle Kırsalın Canlandırması için uğraşıyoruz büyük bir gurup ile mesela. Kimisi hikayesi ile, kimisi romanı ile, kimisi şiiri ile… Kendimizi en az bu değerde görmeliyiz.
Aşık Veysel Şatıroğlu: “Biz türkülerimizi daima artan bir heyecanla söyleriz. Bizi yıldıran şey, halkın alakasızlığıdır. Halk alaka duyduktan, bizi canı gönülden dinledikten sonra biz daha çok taşar ve coşarız.”
Tahsin Yücel: “Geçim sıkıntısının büyük bir önemi yoktur bence. Büyük güçlükler, yokluklar içinde büyük eserler vermiş sanatçılar pek çok. Rahatlık, bolluk içinde büyük eserler vermiş sanatçılar da öyle. Her şey sanatçının içindeki aşkta, güçtedir bence. Ama herkes gibi sanatçıların da bolluk içinde yaşamalarını, geçim sıkıntısı çekmemelerini dilerim.”
Geçen haftalarda Elmadağ Köy Pazar yerinde Avrupa Birliği’nin Güneşköy-Elmadağ Belediye’sine verdiği KIRCAN adlı projenin üreticiye yönelik anket çalışmaların yaparken, sorunların geçen yıl da aynı, beş yıl önce de benzer, on yıl önce de dile getirildiğini düşündükçe, hem Veysel’in “… halk alaka duyduktan sonra” sözü aklıma geldi hem de Yücel’in “… her şey sanatçının içindeki aşkta, güçtedir bence” deyişini anımsadım. Umudumu yeniledim yüreğimde.
Üniversite emekli Profesörleri ve özel işlerinden emekli olanlar ile, devlet memurları ve görevlileri ile, gönüllü dostlarımız ile her tür mekanda gönül sohbetlerimizi yaparak –birbirlerimize bilgi aktararak- dayanışmamızı sürdürüyoruz.
En son Topluluk Destekli Tarım projesini yüklenen Moni Bostan ziyaretimiz çok değerli oldu mesela. Özgür ve Köksal arkadaşlarımız Beyazıd bey ve Bensu ile birlikte ne güzel bir ekip olmuşlardı. Önlerindeki projeleri için sıkı çalışmanın izleri gelişimde görülüyordu. Bize “Yolları açık olsun!” demek düşer. Sonraki günün birinde Hasanoğlan Üretici Pazarını ziyaret ettik. “Menderes Bulvarı” idi büyük ana caddenin adı. Köy Enstitülerinin iftiralarla kapatılmasının hala acısını çekmekte Türk Köylüsü diyorum.
Hasan Ali Yücel: “Ben Doğu ve Batı diye bir ayrılık görmüyorum. İnsan eseri; insan ruhunun iştirakları, kaygıları, korkuları zamana ve zemine göre değişse de özünde bir ayrılık varsa o, tutulan yol ve usuldendir.”
Oktay Akbal: “Sait Faik Abasıyanık’dan çok şey öğrendim. Yalnız ben değil, bir kuşağın hikayecileri ondan neler öğrenmediler ki! Bir kere hikaye yazmak isteğini, özlemini bana Sait Faik’in ilk okuduğum hikayeleri verdi. Sonra çevreme, insanlara, kendi içime nasıl bakılacağını gene onun hikayelerinden öğrendim.”
Yukarıda cümle aralarında yazdığım “farkındalık, uzlaşma, motivasyon” konusuna gelirsem, bu yazının amaçlarından biri de buydu, bu konuları çok iyi bilenlerimiz, eğitmen olanlar vardır hatta, özellikle “Alınan Bilgiyi Düzenlemek” başlığında çok önemli olduğunu söyleyebilirim.
Sosyal medya’da linç kültürü çok yayılmıştır. Rowan Atkinson (Mr.Bean) der: “Sosyal Medya ortaçağ’ın muadili.” Durum “ya bizimlesin ya da bize karşıysan” linç edilmeyi hak ediyorsun, noktasına kadar geldi. Toplum diliyle “iyi ya da kötü” gibi basite indirgendi. Kelam, politika, sokak dili kirlendi. Ekolojik çalışmalar yaparken, henüz bu alan büyük oranda temiz, ama hızlı da güçlenmiyor, elimizi çabuk tutmalıyız safları sıklaştırmak adına. Bu 3 başlığı lütfen öne çıkaralım. Zehir saçan güncel olayları ayıklayıp atalım, yani seçici olmaya çalışalım ki daha iyi işler yapmak adına zihnimiz boş kalsın.
Bilgiyi düzenlemek, elbette güncel olayları önemsememek anlamına gelmiyor. Sizinle ilgili önemli bulduğunuz olayların neler olduğundan emin olmanızdan ilginizi çeken şeylerin derinliğine araştırılmasından, yani seçicilikten bahsediyorum. Sarhoş bir ünlünün kendini nasıl rezil ettiğinin; seviyesiz bir politikacının şarlatanlığı; şarkıcının ayağının kaldırım taşına takılarak düşmesinin… benim hayatımda yeri olmadığı gibi beynimde boşuna yer kaplamasına da gerek yok. Başka birisi de bunları öncelikli bulabilir, astronomiye ilgisiz olabilir.
Bilgiyi düzenlerken; onu iyi duyacak kulağa ve görecek göze ihtiyacımız var. Sağlıklı diyalogu başarı adına sürdürmek için proje çalışmalarında her saniyenin kıymetini bilmeliyiz. Ayaklarımızın pozisyonundan yüzümüze çarpan rüzgara kadar, sabah uyanıp da dışarıya baktığımızda gördüğümüz ve hissedebildiğimiz kadar tüm bilgiler zihnimize akar. Beynimiz sürekli olarak eski anıları, sevinçleri, tramvaları duyguları kol mesafesinde istikrarlı bir akışta tutmaya çalışır. Neredeyse hepsi de yüksek perdeden seslidir.
Huzurun içsel bir oyun olduğunu fark ettiğimizde kafamızdaki gevezeyi (farkındalığım) sakinleştirmeyi de becermiş olabiliriz. Ben de çenemi kapatıp (uzlaşımım), boyun eğen insan olmayın, olanlarla çok yolda olmayın (motivasyonum), diyerek konuyu noktalıyorum.
Haa, son söz: Zati Ankara-Sivas hızlı tren viyadükleri arazimiz üzerinde neredeyse yüz metreye yükselirken de bu meditasyonla durumu aşmıştım.
Fikret Şimşek, 16.10.2022